Faydalı Bağlantılar

İzleyiciler

18 Nisan 2011 Pazartesi

Montesquıeu ve Kanunların Ruhu (Hukuk Sosyolojisi Açısından Bir Değerlendirme)

MONTESQUİEU VE KANUNLARIN RUHU

(Hukuk Sosyolojisi Açısından Bir Değerlendirme)

Doç. Dr. Ülker Gürkan

A) YAŞAMI VE KİMLİĞİ

Charles-Louis de Secondat Baron de Montesquien XVIII.
yüzyıl Aydınlanma Çağının en ilgi çeken düşünürlerinden birisidir.
Soylu bir aileden gelen Montesquieu, 1689 yılında Bordeaux yakın*
larındaki de la Brede'de doğmuştur. Bordeaux Üniversitesini 1707
yılında bitirerek avukatlığa başlayan düşünüre, 1706 yılında ölen
amcası baronluk unvanını, malını ve mahkeme başkanlığını miras
olarak bırakmıştır. Malî sorunları kalmayan ve doğa bilimlerine
olan merakı hukuka gelebe çalan Montesquieu, Bordeaux Bilimler
Akademisine katılarak anatomi, fizik, fizyoloji gibi doğa bilimlerine
eğilmiş, denemeler kaleme almıştır. 1721'yılında, bir anlamda "Ka*
nunların Ruhu" adlı eserinin temelini oluşturan "Lettres Persanes"i
(İran Mektupları) yayınlamış ve büyük bir ün kazanmıştır.
Montesquieu 1726 yılında Paris Akademisine katılmış ve ta*
mamlanması yirmi yılı aşacak olan Kanunların Ruhu (Esprit de Loi)
adlı eserini yazmağa koyulmuştur: Onu 1720-1731 yıllan arasında
Kanunların Ruhu için gerekli olan malzemeleri sağlayan seyahat
lannda görüyoruz: Avusturya, İtalya, İsviçre, Almanya ve Hollanda'*
ya giden düşünür buralarda da boş durmuyor, ünlü gözlemlerini
Sürdürüyor. "Yolculuklar" adlı eserinde belirttiği üzere Venedik'te
camın ve aynanın yapılmasını izliyor; Vezüv yanardağının kraterine
gidiyor; Harz maden ocaklarını dolaşıyor. 1729 da siyasal kurumla-
larını incelemek üzere gittiği İngiltere'de Parlamentoyu ziyaret ediyor,
ünlü İngiliz devlet ve bilim adamlarıyla yakın ilişkiler kuruyor.
Fransa'ya 1721 yılında dönen düşünür, üç yıl sonra 1734 de
"Considerations Sur le Causes de la Grandeurs deş Romains et de
leur Decadance" (Romalıların Yükseliş ve Batışları) adlı eserini
yayınlıyor. Kanunların Ruhu'nun bir parçasını oluşturan bu inceleme,
onun sosyolojik ve tarihi yöntemini anlamakta büyük önem taşır.
Nihayet 1748 de yayınlanan Kanunların Ruhu olağanüstü bir başarı
kazanmış ve iki yılda yirmi iki başlı yapmıştır. Kitabın başarısında,
o zamana kadar yazılmış ilk sistematik bir trete niteliği taşıması
yamsıra , Montesquieu'nun parlak edebî üslûbunun da rol oynadığı
kuşkusuzdur .

Kanunların Ruhu'nun ilk baskısının hemen ardından eleştiri
ve saldırılar da başlamıştır. Din adamları kitabın yasaklanmasını
isterlerken, Helvetius ve Voltaire gibi filozoflar da kitapta savunulan
hürriyet aşkını takdir etmekle beraber, Montcsquieu'nun eski aris-
tokratik ayrıcalıkları olduğu gibi savunmasını şiddetle eleştirmişlerdir.
Bunun üzerine 1750 de Kanunların Ruhu'nu savunan "Defense de
l'Esprit de Lois Eclaircissements"i kaleme alan düşünür, ölüm tarihi
olan 1755 yılına kadar yazmasını sürdürmüştür .

Bilindiği üzere XVIII . yüzyıl pozitivist düşünüçenin filizlenme
çağıdır; rasyonalizmden amprizme, metafizik düşünceden sosyolojik
bir hukuk anlayışına geçişin ilk işaretleri bu dönemde karşımıza çık*
maktadır. İşte Montesquieu bu geçiş döneminin en tipik temsilci*
lerinden birisidir . Aydınlanma Çağının tüm özelliklerini yansıtır:
Aklın yanında gözlem ve deneye, doğayı tanıma yanında insanı an*
lamağa yer verir. Geniş bir tarih kültürüne sahip olan düşünür aklın
ışığı ile toplum düzenini ve sorunlarını yer ve zaman içinde incele*
meğe çalışır .

Montesquieu'nun araştırma yöntemi de ilginçtir. Hareket nok*
tasını daima olgular oluşturur. Gözlem ve deneyim onun yönteminin
temel taşlarıdır. O, toplumsal ve hukukî olguları tıpkı doğa olayları
gibi gözlemiş, türlerini saptayarak sınıflamış ve böyle oluşlarının
sebeplerini tayine çalışmıştır. O, olaylar arasındaki zorunlu ilişkileri
buldukça, yani olaylar dünyasındaki determinizmi yakaladıkça ka*
nunlara yükselmiş, bulduğu bu genel kanunlar yardımı ile de olayları
açıklamağa çalışmıştır. Böylece tüme varım ile tümdengelimi birbir*
lerini tamamlayacak biçimde kullanmıştır. Kanunların Ruhu'nda
a priori biçimde ileri sürülmüş gibi görünen ilkeler, aslında millet*
lerin tarihinin deneyiminden çıkarılmışlardır .

Özetlemek gerekirse Montesquieu bir anlamda klâsik düşünür*
lerin sonuncusu, bir başka anlamda da sosyologların ilkidir. Şöyle,
ki, bir toplumun esas olarak siyasal rejimi ile belirlendiğini düşündüğü
ve bir özgürlük anlayışına vardığı ölçüde "klasik bir düşünür" fakat
klâsik siyasal düşünceyi toplumun genel bir anlayışı içinde yeniden
yorumlaması ve topluluğun tüm yönlerini sosyolojik olarak açıkla*
ması ile de sosyologların ilkidir . Ayrıca hukukun "kanun" biçi*
minde tesbit edilen kısmını araştırmalarının odak noktası yapması
ve hukuk alanında en fazla beşerî tercih ve takdirlere bağlı sanılan
"mevzu hukukun", yani kanunların, gerçekte doğal ve toplumsal
koşulların hemen hemen zorunlu bir sonucu olduğunu belirtmesi
bakımından da hukuk sosyolojisinin en yetkili öncüsü olarak kabul
edilebilir ..... "

B) MONTESQUIEU'NUN TOPLUMSAL DÜZEN ANLAYIŞI

Montesquieu eserlerini verdiği sırada Doğal Hukuk doktrini
Grotius ve Pufendorf'un etkisi ile doruk noktasına ulaşmıştı. Bilindiği
gibi, insan toplumu sosyal sözleşme ile açıklanıyor, hukukun kaynağı
olarak ta bu sosyal sözleşme gösteriliyordu. Hukuk evrensel karak*
terde olup her yerde ve zamanda aynı idi; bunun böyle olduğunu
da her insanın ortak özelliği olan akıl ortaya çıkarmak durumundaydı
Montesquieu bu görüşe şiddetle karşı çıkmıştır. Kanunların
Ruhü'na yazdığı önsözde "insanın değişken karakteri"nden
sözederek, sebebini insanın içinde yer aldığı doğal ve toplumsal çev*
renin koşullarından etkilenen bir yaratık olmasına bağlıamıştır. îşte
insanı etkileyen bu doğal ve toplumsal koşullar tarihin çeşitli dönem*
lerinde ve dünyanın türlü yörelerinde birbirinden farklı toplumlar
ve toplumsal müesseselerin ortaya çıkmasına neden olmaktadır.

Montesquieu'ya göre insanları, dolayısıyla toplumları pek çok
şey yönetir: iklim din, kanunlar, hükümet ilkeleri, tarihten alınan
dersler, ahlâk, örf ve âdetler. Bunların hepsi bir toplumun "Genel
Ruhu"nu , yani millî karakter özelliklerini oluşturur. "Her
millette bu sayılanlardan bir veya birkaçı kuvvetli olabilir, diğerleri
ise daha zayıf kalabilir. Örneğin vahşiler (ilkel ya da yerli diye nite*
lendirilen toplumlar anlamına) üzerinde iklim tek başına hükmeder*
ken, Çinlileri örf-âdet yönetir; Japonları kanunlar baskı altında
tutar, İsparta'da bir zamanlar ahlâk etkindi; Romanın özelliklerini
belirleyen ise hükümet ilkeleri ile eski gelenekler idi."

Montesquieu böylece insan karekterinin biçimlenmesinde ve
dolayısıyla toplumsal müesseselerin ve toplumların biçimlenmesinde
ve farklılaşmasında iklim gibi doğal etkenler ile dinj örf-âdet, ahlâk
yönetim biçimi gibi toplumsal müesseseleri sıralarken, bunların
arasına kanunları da katar. Böylece toplumsal düzenin sağlanmasında
kanunların tek başına etkili olmadığını da vurgulamaktadır. Ona
göre aklen bulunabilecek en mükemmel kanunlarla bile bir toplumu
istenilen biçime sokmak mümkün değildir. Toplumsal yaşamı dü*
zenlemede kanun koyucuların rolü vardır; fakat bu| sınırsız değildir.
Kanun koyucu da içinde bulunduğu koşullara bağımlıdır. Görül*
düğü üzere Montesquieu, toplumsal düzenin sağlanrhasında hukukun
dışında kalan türlü düzen tiplerinin varlığına da dikkati çekmektedir

C) MONTEOUIEU'NUN KANUN ANLAYIŞI

Molıtesquieu Kanunların Ruhu'nun daha ilk sayfasında inorga*
nik doğadan insana kadar tüm varlıkların kanunları olduğunu belir*
tir: "Uluhiyetin kendi kanunları vardır, maddî dünyanın kendi ka*
nunları vardır, insanüstü varlıkların kanunları vardır, insanın kanun*
ları vardır." Kanun, ona göre, en geniş anlamda "eşya doğasından
çıkan zorunlu ilişkiler", yani "varlıkların kendi aralarında ve bunlar*
la diğerleri arasında var olan ilişkilerdir." . "Bu ilişkileri düzen*
leyen kurallar değişmez bir biçimde yerleşmiştir, bu bakımdan her
farklılık bir değişmezlik her değişme ise bir kararlılıktır" derken,
herşeyin bir nedensellik ilişkisine bağlı olarak ortaya çıktığını ve
değiştiğini ifade etmektedir. Bunlar arasında günümüzde "doğal"
diye nitelendirdiğimiz nedensellik ilkesine dayanan bilimsel kanun*
lardır. Ancak o, insanın biyolojik've toplumsal varlığını da belirleyen
şeye "kanun" demektedir: doğal kanunlar, din kuralları, ahlâk kural*
ları, hakkaniyet kuralları ve nihayet kanun koyucu tarafından konul*
muş olan kanunlar. Montesquieu'nun "doğal kanun" diye nitelendir*
diği şeyler "En geniş anlamda kanun" dediği doğa kanunlarım ifa*
de etmez. Bunlar insanın biyolojik ve toplumsal yapısına yani içgü*
düsel ve duygusal yaşamına ilişkindir ve dört tanedir:

1) insanın korkak bir yaratık olması nedeniyle hemcinsleri ile barış
içinde yaşama arzusunda olması,
2) insanın beslenme için çaba göstermesi,
3) insanların hayvansal bir içgüdü ile hemcinsini araması ve karşı
cinse ilgi duyması,
4) insanın hayvanlardan farklı olarak bilinçli bir biçimde hemcinsleri
ile bir toplum içinde yaşamak istemesi.

Hakkaniyet kurallarına gelince, Montesquieu adaletin objektif
bir kural olduğuna inanmakta ve bu nedenle geçerliliğinin insan fiil*
lerine bağı bulunmadığını savunmaktadır. Ona göre adalet insanla*
rın yaptıkları kanunlar için en başta gelen değer ölçüsüdür . An*
cak pozitif kanunlar insanların davranışlarında gözetmeleri gereken,
fakat çoğu kez ihlâlden kaçınmadıkları kurallar demektir. Şu halde
pozitif kanunlar yapılmadan önce çok önce bir takım adalet ilişkileri
ve bunları düzenleyecek kurallar vardır . Şu halde, der, Mon-
tesquieu "Pozitif kanunların emir ve yasaklarının dışında haklı ya da
haksız birşey yoktur demek, dayireyi çizmeden önce bütün yarıçap-
lar birbirine eşit değildir demek gibidir." Montesquieu bunlara
örnek olarak şunları sıralar.

insan topluluklarının ortaya çıkması halinde bunların kuralla*
rına uymak haklıdır; başkasından yardım gören kişinin ona minnet
borcunu göstermesi gerekir; bir insan diğer bir insanın doğumuna
sebep olmuşsa, bu kişinin ona bağlılığım sürdürmesi gerekir; bir in*
san diğerine kötülük ederse aynı kötülüğe katlanmalıdır.
Montesquieu'nun devletten ya da kanun koyucuların kanun yap*
malarından önce toplumda var olduğunu söylediği bu kurallar bir
yandan tüm çabasına karşın kendisini tam anlamıyla kurtaramadığı
Doğal Hukuk ilkelerini bir yandan da günümüz sosyologlarının
"kendiliğinden doğan" veya "spontane hukuk" dediği kuralları ifade
etmektedir .

Yasa koyucu tarafından konmuş kurallara gelince, bunlar insanın
toplum yaşamına geçip kendini güçlü hissetmesi ve diğer insanlarla
mücadeleye girişmesi sonucunda, bu mücadeleyi düzenlemek, insan*
ların birbirine zarar vermelerini engellemek toplurh yaşamında barış
ve düzeni sağlamak üzere ortaya çıkmıştır. Monteisquieu kanunların
bir kısmının insanların yöneticilerle ilişkilerini düzenleyen siyasî
kanunlar, bir kısmının insanların birbirleriyle ilişkilerini düzenliyen
medenî kanunlar olduğunu belirttikten sonra, yeryüzünde var olan
birçok devletin de tıpkı insanlar gibi ilişkilerini düzenliyecek kanun*
lara ihtiyacı olduğunu söyler. Böylece devletler hukuku kuralları da
kanunların diğer bir türünü oluşturur .

Montesquieu, kanunların sadece kavga ve düzensizliğe karşı
konan yasak hükümlerinden ibaret olmadığını da açıkça belirtir. Ka*
nunlar insanlar ve devletler arasında ilişkileri geliştirici, onlara
türlü haklar kazandırıcı role de sahiptirler. Montesquieu ayrıca
zamanındaki doğal hukuk görüşünden tümüyle ayrılarak, hukukun
(kanunların) toplumdan topluma değiştiğini, değişmenin de doğal
olduğunu , bu değişmede türlü dış koşulların rol oynadığını be*
lirtir . Ona göre ancak din kuralları değişmez, çünkü amacı teK
ve değişmez bir mükemmelliğe, "en iyi"ye yöneliktir; oysa kanun*
ların amacı gerçekleşmesi mümkün türlü 'iyi"lere yöneliktir. Din
kurallarının gücü, insanların kendilerine inanmalarından, kanunla*
rınla ise yaptırımlarının insanlar üzerinde yarattığı korkudan kay*
naklanmaktadır. Dinin insanlar üzerindeki edcisi eskiliği oranında
arttığı halde, kanunların etkisi yeni olduğu oranda güçlüdür; zira
kanun koyucular yeni kanunların uygulanması ile çok yakından ilgi*
lenirler .

D) KANUNLARIN OLUŞUMUNDA ROL OYNAYAN ETKENLER

Montesquieu Kanunların Ruhu'nda başlıca iki sorun ile uğraş*
maktadır: 1) Kanunlar dış koşullara nasıl uydurulacaktır ve 2)
Kanunlar bu dış koşullar tarafından nasıl biçimlendirilmektedir.
Ona göre yasama faaliyetinde başarı ikinci sorunun açık seçik bir
biçimde bilinmesine bağlıdır.

Montesquieu, sosyolojik bir gözlem ile, kanunlar üzerinde doğal
ve toplumsal güçlerin rol oynadığını, ancak bunun mekanik bir
biçimde gerçekleşmediğini, kanun koyucunun da bu alanda düzen*
leyici bir rolü bulunduğunu ortaya koyar. Montesquieu açıkça şöyle
der: "Onlar (kanunlar) ülkenin büyüklüğüne, coğrafî konumuna,
iklimine, toprağının kalitesine, halkın çiftçi, avcı ya da çobanlık
gibi belli başlı uğraş tipine, anayasasının dayanabileceği hürriyet
derecesine; halkın dinine, eğilimlerine, zenginliğine, sayısına, ticari
yaşamına, eğitim ve terbiyesine ve örf ve âdetine uygun olmalıdır.
Son olarak kânunların kendi kökenleri, kanun koyucunun niyeti,
düzenleyecekleri alanların düzeni ile ve birbirleri ile de ilişkileri
vardır; bunların hepsi ayrı ayrı incelenmelidir.

Benim bu kitapta yapmak istediğim budur. Tüm bu etkileri in*
celeyeceğim, çünkü bunların hepsi 'Kanunların Ruhu' dediğim şeyi
oluşturmaktadırlar" Böylece Montesquieu 'Kanunların Ruhu'
diye nitelendirdiği kanunların oluşumunda rol oynayan siyasal, sos*
yal, ekonomik ve kültürel dediğimiz koşullar arasındaki ilişkiler den*
gesinde kanun koyucunun iradesine de yer vermektedir. Üstelik kanun
koyucunun asıl görevi doğal ve toplumsal koşulların belirlediği duru*
mu aynen korumak değil, ileride göreceğimiz üzere, gerektiğinde
toplumun lehine değiştirmektir. Ancak kanunlar kanun koyucunun
dilediği gibi yapacağı şeyler değil, kendisinin de içinde bulunduğu
koşullar bakımından yapabileceği bir şey olmaktadır .

Burada dikkat edilmesi gereken bir husus ta şudur: Montesquieu'
ye göre kanunlar (hukuk) toplum tarafından biçimlendirildiği gibi,
toplum da kanunlar tarafından biçimlendirilmektedir (özellikle İn*
giltere örneğinde olduğu gibi). Bu fikir, Montesquieu'nun çağının
çok ötesinde, tümüyle modern sosyolojik bir fikir olarak karşımıza
çıkmaktadır; zira o'nun zamanında hukuk, yani kanunlar toplum
dışında kanun koyucu tarafından empoze edilen kurallar olarak
algılanmaktadır .

Bu açıklamalardan sonra Montesquieu'nun Kanunların Ruhu
diye ifade ettiği, her toplumda farklı dengeler oluşturarak, kanunların
da farklı biçimde oluşmasının sağlayan bu etkenleri incelemeğe baş-
yabiliriz.

1- Morfolojik Etkenler

Montesquieu XVII . yüzyılda moda olan Amerika ve Afrika yer*
lileri ile Asya'nın egzotik uygarlıklarından bahseden seyahatnameler*
den çok etkilenmiş, gerek bunlardan gerek kendi seyahatlarındaki
gözlemlerinden esinlenerek bir iklim teorisi geliştirmiştir. Kanun*
ların Ruhu'nun XIV. kitabının başında şöyle demektir: "Eğer farklı
iklimlerde yaşayan insanların yüreklerindeki duygu ve ihtirasların
birbirinden çok farklı oldukları doğru ise, kanunların hem bu ihtiras*
lara hem de bu karakter farklılıklarına uygun olması gerekir" .

Montesquieu'ya göre iklim o denli güçlü bir etkendir ki, beşer
aklı bu üstün illete daima bağlı kalmaktadır. Ona göre iklim önce insa*
nın biyo-psikolojik yapısına ve dolayısı ile karakterine etki yapar.
Bu nedenle soğuk iklim kuşağında yaşayanlar canlı, hareketli, soğuk*
kanlı, mağrur ve intikam duygusundan uzaktırlar; güvenlik ve hürri*
yetlerine düşkündürler, cinsel yaşamlarında ise ılımlı ve dengelidir*
ler. Kuzey'e doğru çıkıldıkça avlanmağa seyahata, savaşa ve şaraba
düşkün, fakat dürsüt, samimî ve erdemli bir "genel ruh"a sahip top-
lumlarla karşılaşılır.

Sıcak iklim kuşağında yaşayanlar ise tam aksine hareketsiz,
tembel, teşebbüs yeteneğinden yoksun, zevk ve şehvete son derece
düşkün insanlardır. Bunlar korkak, fakat son derece kurnazdırlar;
sonsuz bir hayal gücüne sahiptirler, bu yüzden de suça son derece eği*
limlidirler. Sıcak Güney'e inildikçe ahlâktan uzaklaşılır.
Iılıman iklimlerde yaşayan insanlar üzerinde iklimin belirleyici
etkisi zayıflar; buralarda diğer toplumsal etkenler belirleyici rol oy*
namağa başlarlar .

îşte iklimin insanın biyo-psikolojik yapısı üzerindeki farklılaştıncı
etkisi, onun toplumsal müesseselerine, örf-âdetlerine ve kanunlarına
da yansır. Güney toplumlarında kölelik yaygın ve meşrudur .
Kadın ve erkek daima birbirinden ayrı tutulur. Cinsler arası eşitsiz*
lik kadın aleyhine acımasızdır; çok sıcak yerlerde kızlar sekiz-on yaş*
ları arasında evlendirildikleri için, çocukluk ve evlilik içiçedir. Yirmi
yaşına gelen kadın ihtiyardır, çünkü güzelliğini ve erkeğin ilgisini
yitirmiştir; bu nedenle çok karılılık doğal karşılanmalıdır . Baskı
ve istibdat yönetimleri de iklimin tembel ve korkak kıldığı sıcak Güney
ülkeleri ile, Asya'da egemendir . Öyle ki, Asya'da kuzeyli bir mil*
let fetihlerle Güney'e doğru indikçe, onların tüm kötü alışkanlıklarını
alır, kendi halkına da köle muamelesi yapmağa başlar. Buna karşılık
ılıman bölgelerin geniş bir alana yayıldığı Avrupa'da, iklimin etki*
siyle birbirine benzeyen, hürriyetlerine düşkün cesur insanlardan olu*
şan toplumlar birbirlerini yenseler bile, Asya tipi istibdat yönetimleri
kurmaları söz konusu olmaz . İklimin yanısıra toprağın yapısı,
verimli olup olmaması; ülkenin ada, dağlık, ovalık oluşu da toplum*
ların kanunlarını etkileyen dış koşullar arasında yer alır. Örneğin
Asya'nın geniş düzlüklerinde daima büyük ve despotik imparatorluk*
lar kurulduğu halde, Avrupa'da dağlar, göller ve nehirler doğal sı*
nırlar oluşturduğu için, daima küçük devletler kurulmuştur. Bunla*
rın halkı cesur, hürriyetlerine düşkün olduğu için, ancak ılımlı yö*
netim ve kanunlara saygılıdır. Herhangi bir yabancı güce de asla
başeğmezler. Oysa Asya'da hürriyet aşkının keşfedildiği hiçbir tarihî
döneme rastlanmaz . Aym durum Güney Asya'nın sıcak iklimine
sahip Afrika için de geçerlidir.

Güçlü toplumların hırısını tahrik eden verimli toprağa sahip
ovalık ve zengin bir ülkede, çiftçilerin tek sorunları tarlalarını nasıl
ekip, ürünlerini nasıl korumaktan ibaret ojduğu için, bunlar hürriyet
sorununa karşı ilgisizdirler; bu nedenle yabancı saldırılara koyacak
güç ve cesaretleri yoktur. Esasen bir kez boyun eğdiler mi, artık hürri*
yet ruhunu bir daha yakalamaları mümkün değildir. Oysa dağlık böl*
ge halkları az şeye sahiptirler, ancak bunları muhafazada da kesin
kararlıdırlar. Bunların ülkelerine hücum etmek ve hele zaptetmek
kolay değildir. Kıraç topraklarda yaşayan halklara gelince, bunlar
çalışkan, ciddî ve savaşçıdırlar; hürriyetlerine son derece düşkündür*
ler; bu nedenle bunlara ancak ılımlı bir yönetim ve kanunlar gerek*
lidir . Örnek vermek gerekirse, kıraç toprağa sahip Atina'da
demokratik yönetimler işbaşına geldiği halde, verimli topraklar üze*
rindeki İsparta'da hep aristokrasi egemen olmuştur .

Montesquieu'ya göre toplumların nüfusları, ekonomik faaliyet*
leri de kanunları etkiler. Örneğin ticaret ve taşımacılıkla geçinen top*
lumların kanunlarının tarımla uğraşanlara, bunların da hayvancılıkla
uğraşanlara oranla daha çok sayıda ve ayrıntılı olduğu görülür .
Böylece Montesquieu kanunlar ile ekonomik yaşam arasındaki iliş*
kilere de dikkat çekerek (örneğin türlü ticarî faaliyetlerin, malî du*
rumun, para, altın ve gümüşün, mübadelenin, yeni ülkelerin keşfinin
ve kolonileşmenin kanunlar üzerindeki etkisi) örnekler verir .

2- Manevi Etkenler

Montesquieu'nun bir milletin iklim, din, hukuk, hükümet ilke*
leri, ahlâk, örf-âdet ve geçmişten kalan emsallerle yoğrulan karakter
özelliklerinin tümüne "Genel Ruh" adını verdiğini görmüştük. îşte
bir milletin genel ruhunu oluşturan türlü öğelerin aralarındaki etki*
leşim her toplumda farklı dengeler yarattığı için, her toplumun genel
ruhu, karakteristik özellikleri de birbirinden farklı olmaktadır. Örne*
ğin eski Atina'lılar canlı, neşeli, siyaset ve sanatte hoşgörülü iken,
Ispartalıların karakterini ciddiyet, kabalık ve sessizlikleri belirler.
İspanyollar dürüstlük, merdik ve ketumlukları (sır saklama) ile
ünlüyken, Çinliler hilekârlıkları ve kazanma hırslan ile tanınırlar
Görüldüğü üzere, her milletin genel ruhunun kendine özgü iyi
ve kötü yanlan, kusur ve meziyetleri vardır. Ancak bu ahlakî kusur*
ların hepsinin kanun koyucu tarafından düzeltilmesi gerekmez. Esa*
sen böyle bir girişim toplumları çok mutsuz kılar .

Montesquieu'ya göre genel ruhun tipik belirtileri örf-âdet ile
adâb ve terbiye kurallardır ve kanunlar ile örf-âdet arasında kesin
bir ayrılık vardır. Ona göre "Kanunlar bir kanun koyucunun özel ve
belirli müesseseleri olduğu halde, görgü, örf ve âdetler genellikle bir
milletin müesseseleridir" . Kanunlar vatandaşın (uyruk) faaliyet*
lerini düzenlemeğe yöneldiği halde, örfler insanın iç ve dış davranış*
larını düzenlemeğe yöneliktir. Kanun koyucunun örfleri yaratmağa
niyeti olmadığı gibi, bunu yapmağa muktedir de değildir . Za*
man zaman bu gerçeği gözden kaçıran kanun koyucular görülmekte*
dir. Örneğin Çin'de ve İsparta'da görgü kuralları, örf-âdetler ve ka*
nunların birlikte kodifiye edildikleri gözlenmiştir .


devamı

http://www.yasamoyunu.net/sosyoloji/15107-montesquieu_ve_kanunlarin_ruhu_hukuk_sosyolojisi_acisindan_bir_degerlendirme.html

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

ders,plan,proje,performans,ödev