Faydalı Bağlantılar

İzleyiciler

4 Kasım 2010 Perşembe

Siyasi Düşünce Tarihi - Milliyetçilik

Milliyetçilik 18. yüzyıl sonlarında özellikle Alman düşünürleri arasında, Fransız devrimi ve Napolyon'un Avrupa çapında yaydığı evrensel vatandaşlık ve akıl ideallerine tepki olarak doğdu.
tıklayın ONBİRİNCİ BÖLÜMÜ DİNLEYİN

Alternatif formatta oynat



Başlangıçta bir çok Alman düşünür Napolyon hayranıydı. Ancak zaman içinde bir çeşit askeri işgalciye dönüştüğünde Napolyon'a karşı cephe almaya başladılar.
Bir dizi düşünür, her bir ulusal kültürün, özellikle de dillerin eşsiz rolünü vurgulamaya başladı.

Siyasi Düşünce Tarihi - Yeşil düşünce ve Ekolojizm

Yeşil düşünce 20. yüzyılda insanların sadece yaşadıkları sınırlar içinde değil, kendilerini kuşatan tüm bir dünyayla etkileşim içinde olduğu görüşünün güç kazanması ile kendini gösterdi.
tıklayın ONİKİNCİ BÖLÜMÜ DİNLEYİN

Alternatif formatta oynat


Soğuk Savaş'ın sona erişi geride siyasal ideolojilerden arınmış bir dünya bırakmadı.
Boşluğu dolduranlardan biri güçlü milliyetçi ideolojiler oldu, bunun karşı kutbunda ise korunması gerekenin milletler değil tüm bir gezegen olduğunu söyleyenler yer aldı.
"Yeşil Siyasal Düşünce" isimli bir kitabın yazarı olan Andrew Dobson, "Ekolojizm" olarak adlandırdığı dünya görüşünün kendine özgü ve diğer akımlardan bağımsız bir "Yeşil" siyasal ideoloji niteliği kazandığını söylüyor.

Marksizm ve Antropoloji : Engels’i Savunurken

Marksizm ve Antropoloji: Engels’i Savunurken
Rob Sewell




Bilim yaşadığımız dünyayı anlamamıza olanak verir. Geçmişin bir tasvirini oluşturmamızı ve hatta bizzat kendi türümüzün kökenini anlamamızı mümkün kılar. Ne var ki bilimsel çalışmanın tüm alanlarında olduğu gibi, antropoloji ekolleri arasında da geçmişin nasıl yorumlanması gerektiği konusunda bir yöntem çatışması söz konusudur. Bir ekol ana hatlarıyla materyalist, evrimci yaklaşıma dayanırken, diğeri geçmişe bugünkü sınıflı toplumun önyargılarıyla yaklaşmaya çalışarak, doğal eşitsizlik, erkek egemenliği ve sınıf hakimiyeti gibi anlayışları pekiştirir.

Oportünizm ve yakın akrabaları

Oportünizmin yakın akrabaları

Yeri geldiğinde her biri üzerinde ayrı ayrı durmak gerekse de, devrimci işçi mücadelesini güçsüz düşüren oportünizm, revizyonizm, reformizm ve uzlaşmacılık gibi siyasal eğilimler arasında aslında yakın bir ilişki bulunuyor. Konunun bu yönünü kavramak zor olmasa gerek. Zira oportünist politikaların burjuva düzenle şu ya da bu düzeyde uzlaşmaya varacağı, düzenle uzlaşan siyasetlerin ise reformizme ve revizyonizme götüreceği açıktır.

Tehlikeli Bir Eğilim: Oportünizm

Marksist literatürde sıkça kullanılan kavramlardan biri olan oportünizm kelime karşılığıyla fırsatçılık anlamına geliyor. Fırsatçı yaklaşımların özellikle kapitalist toplumda yaşamın çeşitli alanlarında ve çeşitli biçimlerde karşımıza çıkan son derece yaygın bir eğilim oluşturduğunu biliyoruz. Siyasi mücadele söz konusu olduğunda da, oportünizm, aslında burjuva partilerden sol örgütlere dek tüm siyasi yapılanmalar içinde karşılaşılabilecek olan, ilkesiz ve hep kendi çıkarına yontan fırsatçı politika tarzını anlatıyor. Burjuva partilerin ve küçük-burjuva nitelikli siyasal örgütlerin sınıfsal karakterleri nedeniyle, bunların fırsatçı politik tarz sergilemelerinde yadırganacak bir taraf bulunmuyor. Ne var ki, oportünizm işçi sınıfının devrimci örgütlenme alanında baş gösterdiğinde işin rengi değişmekte ve ciddi bir sorun teşkil etmektedir. Konunun üzerinde durulması gereken yönü de budur.

Liberal Demokratların Kapitalist Düşleri

Türkiye’nin siyasi yaşamına uzun süredir damgasını vuran burjuvazi içi iktidar kapışması, statükocu kanat karşısında pek çok sorunda demokratik çözümlerden söz eden liberal aydınların önemini de arttırmış bulunuyor. Sosyal ve iktisadi sistem bağlamında savundukları görüşler ne denli çelişkilerle yüklü olursa olsun, Türkiye’nin Avrupa ülkelerinden farklı yönler taşıyan siyasal gerçekleri ve demokrasi sorunu, liberal aydınların varlığını gerçekten de önemli kılıyor. Oysa dünya geneline bakacak olursak, bu kesimler açısından olumsuz eğilimler sergileyen bir durum mevcut. Sovyetler Birliği’nin çöküşünden sonra rakipsiz kalan kapitalist sistemin yarattığı ideolojik iklim, burjuva aydın tabaka ve yeni okumuş kuşaklar bakımından negatif sonuçlar üretti. Çeşitli ülkelerde burjuva aydın tabaka nitel ve nicel olarak zayıflarken ve insan hakları, demokrasi savunusu gibi konularda eski duyarlılığını yitirirken, ilericilik, demokratlık ve barışseverliğin yegâne ölçütü ve garantisi olarak küresel kapitalizmin “faziletlerini” benimseyen yeni tip okumuşlar ağır basmaya başladı.
Türkiye de bu olumsuz eğilimden fazlasıyla nasibini almış durumdadır. Bizdeki liberal aydınlar arasında da bu durumun olumsuz yansımalarını sıkça görebiliyoruz. Ne var ki en başta da vurguladığımız gibi, bu topraklarda yıllardır egemen olan başka gerçeklikler de vardır ve devlet kurucu egemen bürokrasinin önemli tarihsel sorunlar çerçevesinde yarattığı tabuların yıkılmasında liberal demokratların önemli bir katkıda bulunduğu göz ardı edilemez. O nedenle liberal demokrat kesimlerin dünya genelinde sergiledikleri eğilimlerin analiziyle yetinmeyip, son dönemde Türkiye siyaset sahnesinde oynadıkları rolün olumlu ve olumsuz yönlerini titizlikle irdelemek doğru bir tutum olacaktır.

Siyasal Mücadele ve Askeri Savaş Antonio Gramsci



Askerî savaşta düşman ordusunun imha ve topraklarının işgal edilmesiyle stratejik amaca varınca başarıya ulaşılır. Üstelik şu da belirtilmelidir ki, savaşın sona ermesi için stratejik amaca sadece potansiyel olarak ulaşılması yeterlidir. Yani düşman ordusunun artık savaşamayacağının ve zafere ulaşmış ordunun düşmanın topraklarını işgal «edebileceğinin» şüphe götürmemesi yeterlidir. Siyasal mücadeleyse çok daha karmaşıktır: bir bakıma koloni savaşları ya da, zafere ulaşmış ordunun kazandığı toprakların bütününü ya da bir bölümünü kalıcı bir biçimde zaptettiği, eski fetih savaşlarıyla bir tutulabilir. Bu durumlarda mağlup ordu silahlarından arındırılıp dağıtılır ama mücadele siyasal alanda ve askerî «hazırlık» alanında sürer. Böylelikle Hindistan’ın İngilizlere karşı siyasal mücadelesi (bir dereceye kadar Almanya’nın Fransa’ya ya da Macaristan’ın Küçük