Oportünizmin yakın akrabaları
Yeri geldiğinde her biri üzerinde ayrı ayrı durmak gerekse de, devrimci işçi mücadelesini güçsüz düşüren oportünizm, revizyonizm, reformizm ve uzlaşmacılık gibi siyasal eğilimler arasında aslında yakın bir ilişki bulunuyor. Konunun bu yönünü kavramak zor olmasa gerek. Zira oportünist politikaların burjuva düzenle şu ya da bu düzeyde uzlaşmaya varacağı, düzenle uzlaşan siyasetlerin ise reformizme ve revizyonizme götüreceği açıktır.
İşçi sınıfının mücadelesini ilgilendirdiği ölçüde, revizyonizm, Marksist teoriyi yeniden gözden geçirerek değiştirmek, özetle onun devrimci özünü boşaltmak ve burjuva aydınların ağız tadına uygun hale getirmek anlamına geliyor. Revizyonist politikanın başlıca özelliği, ilkesiz ve konjonktüre göre değişen bir siyasal tutum izlemektir; siyasal ortamdaki iniş ve çıkışlara uydurulan teoriler geliştirmektir. Revizyonist politika izleyenler proletaryanın temel tarihsel çıkarlarını, burjuva düzeni ortadan kaldırmayan bazı kazançlar (reformlar) uğruna feda ederler. Görüleceği gibi revizyonizm için sıralanan bu özellikler, oportünist ve reformist politikanın içeriğiyle de uyuşmaktadır.
Reformizm konusunda da benzer örnekler verilebilir. Reformculuk, emekçi kitlelerin yaşam ve çalışma koşullarında bazı düzeltmelerin yapılmasıyla daha adil bir toplumsal düzenin (hatta sosyalizmin!) kurulacağını vazeden bir siyasal akımdır. Reformlar kapitalizmin yarattığı katlanılmaz sonuçlarda ufak iyileştirmeler sağlasa bile, işçiler yine sömürülmeye devam edecekler ve ücretli köle olmayı sürdüreceklerdir. Bu nedenle, reformistler yoksul kitleler nezdinde kendilerini samimi ve halk dostu “kurtarıcılar” olarak gösterdikleri ölçüde onları devrim hedefinden alıkoymakta ve devrimci durumları pörsütmektedirler. Çeşitli ülkelerin deneyimi, işçilerin reformist sosyalistlere inanıp güvendiklerinde aldatıldıklarını kanıtlıyor.
Bir reformistin siyaset sularında kendi gemisini yürütmeye çalışırken izlediği “gerçekçilik” hattı ona son derece mantıklı görünse de, bu, devrimci gerçekçilikten bütünüyle farklı bir rotadır. Önemli bir örneği hatırlayalım. Oportünist ya da reformist politika izleyenlerin, devrimci Marksistleri siyaset üretiminde biraz fazla “sol” buldukları, aşırı solculukla suçladıkları bilinir. Bu tür suçlamalara şaşmamak gerek. Zira oportünistin “devrimciliği”, düzen içi gerçekçilik anlayışıyla malûl olan ve sağa yani reformizme doğru bel veren içsel özellikler taşır. Dolayısıyla bir oportünistin (veya reformistin) siyasi mücadele alanında durduğu yer, ufuk çizgisi ve olaylara bakış açısı, işçi sınıfının devrimci nirengi noktasından tamamen farklıdır. Bu yüzden işçi hareketindeki oportünist kişi ve örgütlere reformlar devrim olarak görünürken, işçi sınıfının devrimci çizgisi ve bu çizginin ürettiği devrimci heyecan, bir tür aşırılık, akıldışılık olarak görünmektedir.
Devrimci ve oportünist tutumlar arasındaki bu önemli farklılık, daha Marx döneminden beri sosyalist harekette önemli siyasi tartışmalara konu olmuştur. Örneğin 19. yüzyıl Fransa’sında Marx ve Engels yeni bir devrimci dalganın yaklaşmakta olduğu sezgisiyle heyecanlanırlarken, “aklı başında” reformistler bu yaklaşımı eleştirmişlerdir. Bu farklı anlayışlar ilerleyen yıllar içinde de çeşitli vesilelerle kendini hissettirmiştir. Lenin Rus işçi hareketindeki oportünizmle boğuşmuştur. Bolşevik çizginin içerdiği devrimci heyecan ve tutkunun oportünist unsurlarca maceracılık olarak damgalanması karşısında Lenin’in aldığı tutum son derece eğiticidir. Lenin, “şüphecilik yüzünden takati kesilmiş, bilgiçlik satmaktan alıklaşmış, pişmanlık nutukları atmaya eğilimli, devrimden çabuk yorulan ve bayram beklercesine, devrimin gömülüp yerine anayasa metninin geçirilmesini gözleyen Rus Marksist aydınlarının” oportünizmini son derece çarpıcı biçimde teşhir eder. Rus devrim tarihi Lenin’in ve Bolşeviklerin tutumunun proletaryanın devrimci çıkarları bakımından ne denli haklı olduğunu kanıtlamıştır. Fakat işçi hareketindeki oportünizm varlığını sürdürmüş ve kendini yeniden ve yeniden üretmeye devam etmiştir.
Dün olduğu gibi bugün de devrimci unsurlar açısından önemli olan, en durgun görünen veya gericiliğin ağır bastığı dönemlerde bile devrimci inanca ve devrimci heyecana sahip olmaktır. Çok açıktır ki, devrimci heyecan olmadığı takdirde Marksizm bir hiçe dönüşecektir. Bir devrimin ne zaman patlak vereceği bilinemez. Fakat önceden devrimci bir örgütün inşasına girişilerek, devrimci durumların patlak vermesi halinde kitleleri devrime taşıyacak devrimci örgüt belirli düzeyde hazır edilebilir. Ancak devrimci örgüt, her zaman ve her koşul altında devrime duyulan bağlılık ve inanç, devrimci tutku, azimli ve sabırlı bir çalışma, devrim için propaganda ve örgütlenme sayesinde inşa edilebilir. Devrimci yaklaşımla oportünist yaklaşımın temel farklarından biri işte bu noktada belirginleşiyor. Oportünizm olağan dönemlerde devrim için örgütlenmekten ve devrimin propagandasından, bu mücadele tarzı mevcut koşullara uymadığı gerekçesiyle yan çiziyor. Neredeyse bütünüyle burjuva parlamentarizmine bel bağlıyor. Burjuva düzene bu adaptasyon, devrimci bir durum patlak verdiğinde de oportünistleri burjuva soluyla uzlaşmaya ve devrimci kabarmayı bu dolayımla olabildiğince kontrol altına alma eğilimine sürüklemektedir.
Oportünizmin bir başka yakın akrabası ise uzlaşmacı siyasettir. Devrimci Marksizm mücadeleyi güçlendirecek bir birliğin, ancak örgütsel ilkelerde mutabakat ve ideolojik birlik temelinde inşa edilebileceğini kanıtlamaktadır. Uzlaşmacı “Marksistler” ise ayrılık noktalarını tıkamaya eğilimlidirler. Oysa Bolşevik tarz, önemli sorunlarda ayrılıkların üzerini örtmeyip tam tersine belirgin hale getirmeyi savunur. İlkeli politika yürütmenin bazı önemli unsurları vardır. Örneğin farklıklar konusunu susarak geçiştirmemek veya çatışan eğilimleri uzlaştırmaya çalışmamak gerekir. Ne var ki uzlaşmacılığı sanat edinenler, ortak bir siyaset üzerinde anlaşma sağlanamadığında, siyaseti herkesçe kabul edilebilir bir yolda yorumlamaya düşkündürler. Bu tür siyasi liderlerin tarzı, rahatını bozmaktan kaçınan bir siyasi fırsatçılık üzerine inşa edilmiş gibidir. Bu siyasi konformizmin düsturu, Lenin’in veciz ifadesiyle “yaşa ve yaşat”tır. Oportünistlerin işçi hareketine taşıdığı bu tarz, gerçekte ancak darkafalılara yaraşır bir uzlaşmacılıktır ve kaçınılmaz olarak sağlıksız bir birlik diplomasisine yol açmaktadır. Uzlaştırmacı laf cambazlığı, sorunun özünü gözlerden saklarken dayanaksız ve gönülsüz birlikler oluşturmaya çalışır. Böyle yapmakla da, gerçekte birleşebilecek olan ve birleşmesi gerekenler arasındaki yakınlaşmayı engeller.
Devrimci önderlerin çeşitli vesilelerle işaret ettiği bir gerçeklik var. Siyasette dürüstlük güçlülüğün, ikiyüzlülük ise zayıflığın ürünüdür. Kimileri uzlaşmacılığı siyasi esneklik diye yutturmaya çalışsa da, proleter devrimci politikanın başlıca özelliğini ilkesel sorunlardaki tavizsizliği oluşturuyor. Lenin’in önderlik ettiği Bolşevik tarza damgasını basan unsur buydu. Troçki’nin de belirttiği üzere zaten son tahlilde her partinin ahlâkı, temsil ettiği tarihsel çıkarlardan kaynaklanmaktadır. Oportünizme karşı her zaman ilkesel mücadele yürütecek bir devrimci işçi örgütünün ahlâkını belirleyen, ezilenlerin hizmetine sunduğu devrimci uzlaşmazlığı olmalıdır.
Enternasyonal alanda oportünizm
Günümüz sosyalist hareketinde oportünist yaklaşımlar konusu ulusal düzeyde olduğu kadar enternasyonal düzeyde de son derece ciddi bir sorun teşkil ediyor. Dünya üzerinde çeşitli Marksist çevreler enternasyonal bir örgüt yaratma çabası içinde olsalar da, bu alanda henüz dağınıklık ve tam bir otorite boşluğu yaşanıyor. Bu somut koşullar oportünizmin daha kolay serpilip boy atabilmesi ve kendisine daha geniş bir hareket alanı yaratabilmesi anlamına gelmektedir. Bu nedenle, enternasyonal alanda oportünizme karşı yürütülecek mücadele, bu alanda varlığını sürdüren somut koşulların doğru biçimde kavranmasını da zorunlu kılmaktadır.
Bilineceği gibi, tarihte büyük altüstlük dönemlerini hemen doğru temellerde yeni bir yükseliş izlemiyor ve böyle bir yükselişi sağlayacak hazır reçeteler de el altında bulunmuyor. Stalinist rejimlerin çöküşü, genel anlamda ifade edecek olursak dünya işçi hareketinde büyük bir altüstlük yaratmıştı. Bu tarihsel deprem, uzun yıllar boyunca Stalinist geleneği izleyenler açısından ardında tam bir enkaz yığını bırakmıştı. Ama bu durum henüz Stalinizmden esaslı bir kopuş çabasını getirmedi. Diğer yandan Stalinist rejimlerin çöküşü, yıllarca Stalinizmi eleştirmiş olan Troçkizmi haklı çıkarmadı. Tam tersine bu durum, Troçki’nin kimi yanlış çözümlemelerini (örneğin “yozlaşmış işçi devleti” ve “Sovyetler Birliği’nde bürokrasinin sınıf olmadığı” tezi gibi) sorgulamadan kaçarak yanlış bir yol tutan Troçkizmin zaaflarını daha belirgin hale getirdi. İşin gerçeği şu ki, Stalinist rejimlerin çöküşü aslında Troçkizmi de derin bir bunalıma sürükledi. Fakat Troçkist harekette de, bu gerçekliği kavrama ve kendi bunalımının nedenleriyle yüzleşme doğrultusunda bugüne kadar henüz esaslı bir çaba kaydedilmedi.
Bu nedenlerle sol harekette dünya ölçeğinde yaşanan karışıklık ve kaos koşulları henüz devam etmektedir. İçinden geçmekte olduğumuz dönemde ulusal ve enternasyonal düzeyde mevcut siyasal yapıların büyük bölümü, ister Stalinist ister Troçkist geleneği izliyor olsunlar, sanki o tarihsel altüstlükler yaşanmamış gibi eski nakaratlarını sürdürüyorlar. Yaşanan tarihsel olaylardan devrimci dersler çıkartıp yeni başlangıçlara yönelmeyenler, sanki böyle bir sorun yokmuş gibi bunalımın üstünden atlamaya çalışmaktadırlar. Oysa derin bunalımları, onu görmezden gelmeye çalışarak atlatmak mümkün değildir.
Yeri gelmişken, yıllardır dile getirmeye çalıştığımız bir gerçekliği burada bir kez daha tekrarlayalım. Bunalımın atlatılabilmesi için, aslında herkes yaşanmış olan derin tarihsel altüstlüklerden ders almalı. Herkesin kendi geleneğinin devrimci Marksizmle uyuşmayan yönlerini kavramaya ve bu durumla hesaplaşmaya ihtiyacı var. Bu tarih testinden devrimci anlamda başarıyla geçen kadroların, sağlıklı ve ortak bir noktaya doğru ilerlemeye başlaması ve yeni kuşakların da Marksizme böyle bir çaba temelinde kazanılması yakıcı bir ihtiyaç. Bu saptamalarımız bugün kimilerine gerçekçi görünmese de bizce mevcut durum budur. Sovyetler Birliği ve benzerlerinin çöküşünün üzerinden geçen yıllar ya da bunalım yokmuş veya atlatılmış gibi yapanların yarattığı sahte denge koşulları mevcut gerçekliği değiştiremez.
Bunalımı çözme doğrultusunda harekete geçmeyip günü kurtarmaya yönelmek, Türkiye’de de dünya genelinde de merkezci bir siyasal akım yarattı ve büyüttü. Tarihte her büyük altüstlük döneminde görüldüğü üzere, otorite boşluğu ve kaos koşulları yine merkezciliği besledi. Bu merkezcilik de özü itibarıyla eski dönemlerdekine benziyor, reformizm ile devrimci Marksizm arasında gidip geliyor. Her zaman olduğu gibi bugün de merkezci yelpaze oldukça geniş ve siyasi kökleri bakımdan alacalı. Günümüz koşullarında merkezci yelpaze, hem Stalinist gelenekten hem Troçkist gelenekten gelen çeşitli unsurları ve çevreleri içeriyor. Kendi geçmişlerinin ve siyasal geleneklerinin hatalarıyla yüzleşmekten kaçanlar veya hesaplaşmayı yarı yolda durduranlar, somut politikada benzer tutumlar takınmaya başlıyorlar.
Bu öylesine ortaya attığımız bir iddia değildir. Bu durumu yaşamdaki gelişmelerin bizzat kendisi doğruluyor. Günümüzde dünya işçi sınıfının tartışma gündeminde olan bazı önemli sorunlar (Küba’daki rejimin ya da Latin Amerika solunun niteliğinin değerlendirilmesi veya Ortadoğu’daki emperyalist savaş konusu gibi) karşısında takınılan tutumlar ayan beyan ortadadır. Stalinist gelenekten ve Troçkist gelenekten gelenler veya bu geleneklere mensup merkezciler, örgütsel olarak ayrı dursalar da teorik çözümleme ve siyasi görüş geliştirme bakımından ortak noktalarda buluşuyorlar. Buluşulan yer, ulusal kalkınmacı devletçiliğin sosyalizmle, ulusal çıkarların savunusunun anti-emperyalizmle özdeşleştirildiği yanlış bir noktadır.
Bu nedenle söz konusu güncel gelişmeler ve sorunlar karşısında devrimci Marksizme sadık kalan siyasal çözümlemelerin sunulması büyük önem taşıyor. Henüz yeterince belirgin hale gelmemiş olsa da, aslında bu sorunlar temelinde enternasyonal düzeyde bazı ayrışmalar yaşanmaktadır. Yazılarımızda tekrar tekrar bu konuların üzerinde durmamız ve çubuğu ayrılık noktalarını netleştirecek şekilde bükmemiz tesadüf eseri değildir. Kendileri netleşemeyen ve kararlı olmayanların, devrimci Marksizmin güçlendirilmesine hizmet edemeyeceğini biliyoruz.
Açıkça ifade etmeliyiz ki, günümüzde devrimci Marksizme yaraşır bir siyasal çizgi izleyenler ne yazık ki henüz son derece küçük bir azınlık oluşturmaktadırlar. Devrimci siyaset alanında yılların birikiminin ürünü olan sorunlar ve güçlükler, çoğunluğu bu sorunların üzerinden atlama kurnazlığına, yani oportünizme sürüklüyor. Bu yüzden, emperyalist savaş veya Latin Amerika’daki gelişmeler karşısında zahmetli ama doğru bir yol tutma çabası yerine, siyasal dalgalanmaların peşinden sürüklenme eğilimi ağır basmaktadır. Yine bu yüzden, dünyada işçi sınıfının bağımsız devrimci çizgisinin güçlendirilmesi için çok az şey yapılırken, kapitalizm karşıtı muhalefetin burjuva sol sınırlara hapsedilmesine yardımcı olunmaktadır. Bu durum hem özelde çeşitli ülkelerde, hem genelde enternasyonal düzeyde tanığı olduğumuz bir siyasal gerçekliktir. O yüzden, dünya işçi hareketindeki oportünizmin niteliğini kavramak ve oportünizme karşı mücadele yürütmek ertelenemeyecek bir devrimci görevdir.
Bugün işçi sınıfının enternasyonal düzeyde devrimci bir önderlikten yoksun oluşu nedeniyle, pek çok önemli siyasal gelişme nihayetinde burjuva düzen tarafından dizginlenebilmektedir. ABD’nin Ortadoğu’da çıkarttığı emperyalist savaşa karşı başlangıçta yükselen kitle hareketinin, daha sonra burjuva sol çizgiye çekilip pörsütülmesi buna örnektir. Keza Latin Amerika ülkelerinde esen sol rüzgârlar devrimci işçi mücadelesinin ilerletilmesi için çeşitli fırsatlar sunarken, kitle hareketindeki yükseliş Chavez gibi “kurtarıcılar” tarafından kontrol altına alınabilmiştir. Dünyada yaşanan bu gibi önemli gelişmeler karşısında izlenen siyasal çizgilerin dikkatlice değerlendirilmesi, devrimci ve oportünist politikaların ayırt edilmesini mümkün kılacaktır.
Latin Amerika ülkelerinde gelişen devrimci durumlar, devrimci önderlik olmadığı ve bu nedenle de kitlelerdeki yanılsamalar kırılamadığı için devrime büyüyemedi. Hemen hepsinde ayaklanan kitleler solcu devlet başkanları ve burjuva seçim mekanizması aracılığıyla kontrol altına alındılar. Bu solcu başkanlar vaat ettikleri veya bir ölçüde gerçekleştirdikleri reformlarla kitleleri yatıştırdılar. Bu gerçekleri açıkça ifade etmek yerine, sol popülizmin şakşakçılığını yapmak oportünizmdir. Oportünizm devrimci sözler arkasına saklanıyor ama pratikte her şey düzen sınırları içindeki reformlara, seçim süreçlerine endeksleniyor. Bir yandan zevahiri kurtarmak için genel devrimci hedeflerden söz ediliyor. Diğer yandan ise, devrimci sürecin Chavez gibi devlet başkanları sayesinde ilerletilebileceği yolunda kitlelerdeki yanılsamalar büyütülüyor. Kitleler Chavez’i destekliyor diye Chavez’e verilen destek haklı gösterilmeye çalışılıyor. Ama bu devrimci siyaset değildir, kitle kuyrukçuluğudur. Bu gibi konularda devrimci Marksistlerin yönelttiği eleştirilerin, Stalinist, Troçkist ya da merkezci çevreler tarafından hiç hoş karşılanmadığını baştan belirtelim. Peki, işçi-emekçi kitlelere gerçekleri göstermemek, üstüne üstlük onların yanılsamalarını destekleyip güçlendirmek devrimci bir yaklaşım mıdır?
Sonuç olarak vurgulayacak olursak, enternasyonalist komünist eğilimi ve onun gerektirdiği proleter devrimci örgütlenmeyi benimseyenlerle; gevşeklikte, legalizmde ve oportünizmde ayak sürüyenler arasında kesin bir saflaşma yaratmak gerekiyor. Şurası çok açık ki, işçi sınıfının uluslararası devrimci çıkarlarını savunan devrimci bir Enternasyonal tepeden hazır sunulmayacak. Böyle bir Enternasyonali yaratmak, çeşitli ülkeler komünistlerinin devrimci Marksizmi dünya ölçeğinde egemen kılmaya çalışmalarına ve reformizme, oportünizme, merkezciliğe karşı mücadele yürütmelerine bağlı bulunmaktadır.
Kolay çözüm yok
Uluslararası düzeyde devrimci Marksizm temelinde ideolojik ve örgütsel bir birliğin sağlanabilmesi için, doğrudan ter akıtmanın yanı sıra sabra ve zamana ihtiyaç var. Enternasyonal örgütün yaratılmasının zahmetli bir süreç olduğu çok açık. Bu sürecin ilerleyişi içinde belli başlı teorik tartışmalar sayesinde siyasal görüş ve tutumlar netleştirilmeli. Ayrıca dünya işçi hareketinde devrimci doğrultuda ilerleme sağlanması amacıyla ortak çalışmaların yürütülmesi de önem taşıyor. Sınıfın devrimci enternasyonal örgütlülüğü, ancak onu yaratma çabası içinde olan ve bu çabayı bıkmaksızın sürdürenlerin içinden çıkacak benzer parçaların birliğiyle var edilebilecek. Önemli olan, bu birliğin bileşenlerini yaratabilmek amacıyla ciddi denemelere girişmekten kaçınmamaktır. Ve bir de, siyasal yakınlık ya da uzaklıklar mutlaka devrimci Marksizmin terazisinde tartılmalıdır.
Örgütsel konularda ve devrimci Marksizmin temel ilkelerinde hemfikir olan devrimci çekirdeklerin birleşmesini savunmak, bizce dün olduğu gibi bugün de önemini koruyor. Ne var ki işçi sınıfının devrimci mücadelesini güçlendirme niteliğine sahip bir birlik arzusu, ağızda çiğnenip eskitilecek bir sakız değildir. Sürekli “birlik çağrıları” temelinde bir siyasi tarz yaratarak günü geçiştirmeye çalışmak devrimci Marksist tutumla bağdaşmaz. Sağlıklı birlikler yaratmayı arzulamak ve bunun için didinmek ne denli doğruysa, birlik mevzuunda ölçüyü kaçırıp ilkesel tutumlardan ödün vermek o denli yanlış olacaktır. İdeolojik ve örgütsel anlayıştaki farklılıklar ilkelere ters düşen ve somut siyasal mücadelede farklı yollara çıkan düzeydeyse, zaten birlik savunulmamalı ve birleşme olmamalıdır.
Yeni bir devrimci enternasyonal örgülülüğün yaratılması kuşkusuz kolay bir iş değildir. Bu zorlu görev, tarihin her döneminde ciddi bir hazırlık çalışması yürütülmesini ve pek çok fedakârlığa katlanılmasını gerektirmiştir. Hele yakın tarihte yaşanan derin sarsıntılar düşünülürse, bu hedef doğrultusunda başarı elde etmenin hiçbir hazır reçetesinin olmadığı kavranacaktır. İçinde bulunulan somut koşullarda hedefe ilerleyecek yeni yolu fiilen mücadele ederek öğrenmenin dışında bir seçenek bulunmuyor. Ayrıca benzer bir durumda Lenin’in de dediği gibi, hatalara ve tersliklere uğramadan bu yolda bilgi kazanılamaz.
O halde enternasyonal birliğin sağlanması yolunda çeşitli deneylere girişilmesi kaçınılmazdır. İşçi sınıfının devrimci enternasyonalinin yaratılması amacına inanmış komünistlerin, bir yerde olumlu bir kıvılcım gördüklerinde bunu değerlendirmek üzere ileri atılmamaları düşünülemez. Bu bağlamda bazı siyasi ilişkiler başlar, bazıları biter. Önemli olan şudur, yaşanan deneyler geride önemli dersler ve olumlu bir birikim bırakıyor mu? Ne var ki, bu gibi konularda iki farklı sınıfsal yaklaşım olacağını baştan belirtelim. Birincisi, ileriye doğru hareketin diyalektik karakterini kavrayamayan küçük-burjuvanın yaklaşımıdır. Küçük-burjuvanın çeşitli deneyler yaşamaya tahammülü yoktur, bir adım atıldı mı mutlaka bir çırpıda başarıya ulaşılsın ister. Zorlu siyasal sorunların çözümü yolunda ter akıtılması ve gitgeller yaşanması, küçük-burjuvayı bu çabanın kendisinden soğutur ve kuşkuya düşürür. Oysa devrimci proletaryanın bu gibi konulardaki tutumu tamamen farklıdır ve farklı da olmak zorundadır. Bütün büyük devrimci atılımlar, zorluklardan yılmadan fiilen işe girişen ve çeşitli deneyler yaşamayı göze alan devrimci sınıf tavrı sayesinde başarılı olabilmiştir.
Aslında tarih hemen her konuda gitgellerle ilerliyor. Kimi tarih kesitlerinde bazı önemli sorunların çözümü açısından genel ortam hiç de elverişli görünmeyebiliyor. Ama nihayetinde yaşamda her şey değişiyor ve şu ya da bu sorunun çözümü için gereken koşullar olgunlaşıyor. Bu genel doğrular, işçi sınıfının enternasyonal örgütlenmesi bakımından da geçerli. Mücadelenin ilerleyişi içinde enternasyonal düzeyde daha nice değişimin yaşanacağına, bugün için imkânsız gibi görünse de değişik köklerden gelen ve devrimci bir mayaya sahip unsurlar temelinde yarın yeni bileşimlerin olacağına inanıyoruz. Bunun tersini düşünmek bizce tam bir küçük-burjuva karamsarlığı anlamına geliyor.
Devrimci işçi mücadelesi, ulusalcılığa düşülmemesini ve sınıfın enternasyonal çıkarlarının daima başa alınmasını emrediyor. Ama komünistler yaşadıkları ülkelerde işçi sınıfının devrimci örgütlülüğünün inşası için gereken çabayı sarf etmezlerse, proletaryanın devrimci enternasyonal örgütlenmesi de asla yaşama geçmeyecektir. Zira enternasyonal örgütlülük, çeşitli ülkelerde fiili mücadele yürüten komünistlerin bu çabasından bağımsız bir harici büro değildir. Enternasyonal örgüt, uluslararası arenada parlak görünen siyasi fikirler ileri sürmekle kendiliğinden oluşmaz. Aslında hayatın hiçbir alanında doğru bir çizgide fiili emek sarf etmeden ve yanlış uygulamalara kafa tutmadan anlamlı bir başarı elde edilemiyor. Fikirler ne denli devrimci, haklı ve tatmin edici görünürlerse görünsünler, doğru bir örgütlenme olmadan kendi başlarına maddi güce dönüşmüyorlar, yaşamı kendiliğinden değiştirmiyorlar.
Dünya işçilerinin enternasyonal örgütünü yaratma mücadelesi ilkelerde uzlaşmasız, taktiklerde esnek olmayı gerekli kılıyor. Kısa vadeli sözde siyasal başarılar peşinde koşan oportünizmin de, gözü kendi küçük örgütünden başka hiçbir şeyi görmek ve kabul etmek istemeyen sekterizmin de bu mücadeleye bir faydası dokunmayacak. Bugün proletaryanın devrimci enternasyonal örgütünün inşası konusunda yüz yüze bulunulan gerçeklik, enternasyonalist komünistlerin omuzlarına çok önemli sorumluluklar ve görevler yüklemektedir. Kendine güvenen, bu sorumluluk ve görevleri omuzlanarak her alanda devrimci çaba sarf etmeyi sürdürecek. Yılmayan ilerleyecek. Tarihte tüm büyük meseleler böyle çözülmüştür.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
ders,plan,proje,performans,ödev